Serhatın Sesi / Serhat Diyarından Haberler
Serhatın Sesi / Serhat Diyarından Haberler
Haberler / Türkiye

Muammer Bilgiç: "Ülke Bizim Ev Kira"

06.08.2018
Muammer Bilgiç: "Ülke Bizim Ev Kira"

Başkenti Antarktika kıtasında bulunan bir ülke yok. Oysa Antarktika,  Avrupa ve Avustralya kıtalarından daha büyük yüzölçümüne sahip.  Hatta dünyadaki tatlı su kaynaklarının dörtte üçü bu kıtada bulunuyor. Buna rağmen bu devasa coğrafyada sadece beş bin kişinin yaşadığı küçücük bir kasaba var. Çünkü Antarktika’da toprak yok.

Nil ve Fırat arasında kalan topraklar, Mezopotamya ve Filistin, petrol ve doğalgazdan önce de insanlar için hep cezbedici olmuş. Bu mümbit arazi, üzerinde yaşayanlara buğdaydan mercimeğe, fıstıktan üzüme, incirden zeytine her türlü gıdayı sunmuş. İnsanı beslediği gibi hayvanları da aç bırakmamış.

Burada yetiştirilen yemişler Akdeniz ve Anadolu üzerinden Avrupa’ya, Kızıldeniz ve Mısır üzerinden Afrika’ya, Basra Körfezi ve İran üzerinden Asya’ya taşınmış. Peygamberlere, krallara ve tüccarlara dair anlatılarda hep bu topraklar betimlenmiş.

Gücü ele geçiren gözünü Nil ve Fırat arasında kalan topraklara dikmiş. Çünkü sofrasından ekmeğin, etin ve şarabın eksik olmasını istemeyen her akıl, yaşam için en elverişli coğrafya olarak burayı görmüş. Sınırsız ekmeğe, ete ve şaraba kavuşmanın bedeli olarak da kan akıtılmış, can verilmiş, can alınmış.

Colomb’un Amerika’ya ulaşması, ateşli silahlar eşliğinde coğrafi keşifler, okyanusların hakimiyeti, sömürgecilik ve sanayi devrimi... Yeryüzünün güç merkezi görünürde önce İber yarımadası, ardından İngiltere ve son olarak Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atan ABD olmuş.

Elbette bir insanın ABD’de doğmuş olması zengin ve zalim olduğu anlamına gelmeyeceği gibi Sudan’da doğmuş olması da yoksul ve masum olduğu anlamına gelmiyor.  Bir ülkede yöneticilerin seçimle iş başına gelmesi de, o ülkeyi yöneticileri seçenlerin yönettiği anlamına hiç gelmiyor.

Trilyon dolarlara yön veren sermaye sahipleri kendi geleceklerini işsizlik maaşı alan ABD’lilerin tercihlerine bırakacak değillerdir. Aynı şekilde etten ve kemikten oluşan Senatörler Meclisi’nin ve Temsilciler Meclisi’nin bankacılık ve finans sisteminin efendilerinin taleplerinin haricinde bir gelecek tasavvuru düşlemelerine de müsaade edilmeyecektir.

Günde 1 milyon dolar (TOKİ’den yaklaşık 20 daire parası) harcadığında cebindeki para 220 yıl yetecek bir iş adamı Forbes Dergisi’nde dünyanın en zenginleri listesinde bir numarada yer alırken trilyonlarca doları kontrol eden Rothschild ve Rockefeller ailelerinin bu listelerde hiç yer almaması bu ailelerin mütevazılığından değildir elbette.

Dilediği kadar kâğıdı banka notu (banknot) haline getirip piyasaya sürebilen Federal Reserve Bank (FED) Rothschild ailesinin ve uzantılarının kontrolündedir. Bunun adı oligarşidir. Hem de küresel oligarşidir. Ne İngiltere’yi İngilizler, ne de ABD’yi Amerikan halkı yönetmektedir.  Parayı kontrol eden kimlerse hükümetleri de kontrol eden onlardır. Neredeyse tüm dünyada hükümetler küresel oligarşinin distribütörleridir.

Küresel oligarşi çok güçlü küçük bir azınlıktır. Yedi milyarı aşkın insanı diledikleri gibi kontrol edip yönetmek istemektedirler. Fakat insan terbiyesi, sirk aslanlarının terbiyesinden daha riskli bir iştir. İnsanlar aslanlardan daha akıllıdır. Küresel oligark da bunun farkındadır. Tedbirini almış, insan ömrünü aşan planlamalar yapmıştır.

İnsanı terbiye etmenin yolu açlık korkusudur. Toprağı olan, ekip biçen insanı açlıkla korkutamazsınız. İnsan topraksızlaştırılmalı, gidecek bir yeri olmamalı, sığınacak bir liman bulamamalı ki istenilen kıvama gelsin.

Sistematik olarak topraksızlaştırılıyoruz. Köyleri, küçük kasabaları boşaltıyoruz. Kentlerde kat karşılığında arsalarımızı yitiriyoruz. Mülkiyetsizleştiriliyoruz. Gökdelenlerde istifleniyoruz. Evsizleştiriliyoruz. Doğal gaz, ortak baca sistemi. Tütüp tütmediğinin farkında olunan bir ocağımız yok. Komşusuzlaştırılıyoruz.

En yakınımızdakileri tanımıyoruz. Bir mahallemiz yok. Belleksizleştiriliyoruz. Kameralar sürekli kayıtta, akıllı telefonlar açık, yazışmalar kayıt altında, havalandırma boşlukları apartmanların kara kutusu, yan duvarlar ince. Mahremiyetsizleştiriliyoruz.

Geniş aileler çekirdek aileye evrildi. Çekirdek aileler çıtlatıldı. Bireyselleştiriliyoruz. Yalnızlaştırılıyoruz. En özgür olduğumuz anda belki de yapayalnızız. Evrimsel süreçte eşeyselliğin oluşumu konusunu biyolojiden eksiltmenin peşinde cinsiyetsizleştiriliyoruz.

Topraktan uzağız, nasıl kazılır, ne zaman ekilir, tohum nasıl saklanır, fidan nasıl dikilir, bilmiyoruz. Ne inek sağabiliriz, ne de sütten peynir yapabiliriz. Okudukça yeteneksizleştiriliyoruz. Ormanda kaybolsak acımızdan ölürüz.

Muhatapsızlaştırılıyoruz. Kimi arasak bir ses kaydı. Aradığımız kişiye ulaşamıyoruz ama operatöre de bağlanmak istemiyoruz. Devlet elektronik olmuş. Harçlığımızı ATM’lerden alıyoruz.

Yediğimiz içtiğimiz kimyasal, yediğimiz içtiğimiz fabrikasyon. Gıdasızlaştırılıyoruz. Hastanelerde sağlık tükenmiş, konfor satılık. Konforlu doğum, konforlu ölüm. Sancısızlaştırılıyoruz.

Atsızlaştırılıyoruz. Mıh tutmuş, nal çakmış, ata eyer vurmuş kaç arkadaşımız var?

Dünyanın her yerinde aynı markalar, aynı şarkılar. Kültürsüzleştiriliyoruz. Ne tandırımız kalacak, ne de mangalımız.

Köysüzleştiriliyoruz. Dilsizleştiriliyoruz. Yüksek binalar, led ışıklar arasında güneşsizleştiriliyoruz. Ne Ay’ı takip ediyoruz, ne de yıldızlara bakarak uyumuşluğumuz var.

Engelliler gibiyiz. Tekerlekli sandalyelerimiz yok, ama otomobillerimiz var, toplu taşıma araçlarımız var. Evden her çıkış şehirlerarası bir yolculuk gibi. Mesai uzakta bir yer. Yürüyerek gidilmiyor. Neredeyse adım atmıyoruz. Kassızlaştırılıyoruz.

Akıllı binalar, akıllı telefonlar, akıllı kartlar, akıllı otomobiller... Endüstri 4.0 yapay zeka üretirken biz düşüncesizleştiriliyoruz. Üzerimize 7-24 boca edilen son dakika haberleri ile enformatik cehalet inşa ediliyor. Bilgisizleştiriliyoruz.

Yaşamaklarımız başkaları için. Kalp kırıklıkları verimliliği düşürüyor. Acı çeken fiyakalı ruhların müşterisi yok. Aşksızlaştırılıyoruz.

Seçeneksizleştiriliyoruz. Onlar her şeyi bizim için önceden planlamışlar. Toprağımızı terk etmişsek istiflenmeyi de kabul etmişiz demektir. Aç kalmak istemiyorsak denileni yapacağız ve verilen ücreti de alacağız.

Toprağımızı yitiriyoruz. Evimizi, ocağımızı, yakınlarımızı yitiriyoruz. Ücretimizi verenler geleceğimizi de belirleyecekler. Oturup bu işin içinden nasıl çıkacağımızı konuşmamız gerekmiyor mu?

Muammer Bilgiç, Korsan Gazete, 12.03.2018"Ülke bizim ev kira"

Başkenti Antarktika kıtasında bulunan bir ülke yok. Oysa Antarktika,  Avrupa ve Avustralya kıtalarından daha büyük yüzölçümüne sahip.  Hatta dünyadaki tatlı su kaynaklarının dörtte üçü bu kıtada bulunuyor. Buna rağmen bu devasa coğrafyada sadece beş bin kişinin yaşadığı küçücük bir kasaba var. Çünkü Antarktika’da toprak yok.

Nil ve Fırat arasında kalan topraklar, Mezopotamya ve Filistin, petrol ve doğalgazdan önce de insanlar için hep cezbedici olmuş. Bu mümbit arazi, üzerinde yaşayanlara buğdaydan mercimeğe, fıstıktan üzüme, incirden zeytine her türlü gıdayı sunmuş. İnsanı beslediği gibi hayvanları da aç bırakmamış.

Burada yetiştirilen yemişler Akdeniz ve Anadolu üzerinden Avrupa’ya, Kızıldeniz ve Mısır üzerinden Afrika’ya, Basra Körfezi ve İran üzerinden Asya’ya taşınmış. Peygamberlere, krallara ve tüccarlara dair anlatılarda hep bu topraklar betimlenmiş.

Gücü ele geçiren gözünü Nil ve Fırat arasında kalan topraklara dikmiş. Çünkü sofrasından ekmeğin, etin ve şarabın eksik olmasını istemeyen her akıl, yaşam için en elverişli coğrafya olarak burayı görmüş. Sınırsız ekmeğe, ete ve şaraba kavuşmanın bedeli olarak da kan akıtılmış, can verilmiş, can alınmış.

Colomb’un Amerika’ya ulaşması, ateşli silahlar eşliğinde coğrafi keşifler, okyanusların hakimiyeti, sömürgecilik ve sanayi devrimi... Yeryüzünün güç merkezi görünürde önce İber yarımadası, ardından İngiltere ve son olarak Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atan ABD olmuş.

Elbette bir insanın ABD’de doğmuş olması zengin ve zalim olduğu anlamına gelmeyeceği gibi Sudan’da doğmuş olması da yoksul ve masum olduğu anlamına gelmiyor.  Bir ülkede yöneticilerin seçimle iş başına gelmesi de, o ülkeyi yöneticileri seçenlerin yönettiği anlamına hiç gelmiyor.

Trilyon dolarlara yön veren sermaye sahipleri kendi geleceklerini işsizlik maaşı alan ABD’lilerin tercihlerine bırakacak değillerdir. Aynı şekilde etten ve kemikten oluşan Senatörler Meclisi’nin ve Temsilciler Meclisi’nin bankacılık ve finans sisteminin efendilerinin taleplerinin haricinde bir gelecek tasavvuru düşlemelerine de müsaade edilmeyecektir.

Günde 1 milyon dolar (TOKİ’den yaklaşık 20 daire parası) harcadığında cebindeki para 220 yıl yetecek bir iş adamı Forbes Dergisi’nde dünyanın en zenginleri listesinde bir numarada yer alırken trilyonlarca doları kontrol eden Rothschild ve Rockefeller ailelerinin bu listelerde hiç yer almaması bu ailelerin mütevazılığından değildir elbette.

Dilediği kadar kâğıdı banka notu (banknot) haline getirip piyasaya sürebilen Federal Reserve Bank (FED) Rothschild ailesinin ve uzantılarının kontrolündedir. Bunun adı oligarşidir. Hem de küresel oligarşidir. Ne İngiltere’yi İngilizler, ne de ABD’yi Amerikan halkı yönetmektedir.  Parayı kontrol eden kimlerse hükümetleri de kontrol eden onlardır. Neredeyse tüm dünyada hükümetler küresel oligarşinin distribütörleridir.

Küresel oligarşi çok güçlü küçük bir azınlıktır. Yedi milyarı aşkın insanı diledikleri gibi kontrol edip yönetmek istemektedirler. Fakat insan terbiyesi, sirk aslanlarının terbiyesinden daha riskli bir iştir. İnsanlar aslanlardan daha akıllıdır. Küresel oligark da bunun farkındadır. Tedbirini almış, insan ömrünü aşan planlamalar yapmıştır.

İnsanı terbiye etmenin yolu açlık korkusudur. Toprağı olan, ekip biçen insanı açlıkla korkutamazsınız. İnsan topraksızlaştırılmalı, gidecek bir yeri olmamalı, sığınacak bir liman bulamamalı ki istenilen kıvama gelsin.

Sistematik olarak topraksızlaştırılıyoruz. Köyleri, küçük kasabaları boşaltıyoruz. Kentlerde kat karşılığında arsalarımızı yitiriyoruz. Mülkiyetsizleştiriliyoruz. Gökdelenlerde istifleniyoruz. Evsizleştiriliyoruz. Doğal gaz, ortak baca sistemi. Tütüp tütmediğinin farkında olunan bir ocağımız yok. Komşusuzlaştırılıyoruz.

En yakınımızdakileri tanımıyoruz. Bir mahallemiz yok. Belleksizleştiriliyoruz. Kameralar sürekli kayıtta, akıllı telefonlar açık, yazışmalar kayıt altında, havalandırma boşlukları apartmanların kara kutusu, yan duvarlar ince. Mahremiyetsizleştiriliyoruz.

Geniş aileler çekirdek aileye evrildi. Çekirdek aileler çıtlatıldı. Bireyselleştiriliyoruz. Yalnızlaştırılıyoruz. En özgür olduğumuz anda belki de yapayalnızız. Evrimsel süreçte eşeyselliğin oluşumu konusunu biyolojiden eksiltmenin peşinde cinsiyetsizleştiriliyoruz.

Topraktan uzağız, nasıl kazılır, ne zaman ekilir, tohum nasıl saklanır, fidan nasıl dikilir, bilmiyoruz. Ne inek sağabiliriz, ne de sütten peynir yapabiliriz. Okudukça yeteneksizleştiriliyoruz. Ormanda kaybolsak acımızdan ölürüz.

Muhatapsızlaştırılıyoruz. Kimi arasak bir ses kaydı. Aradığımız kişiye ulaşamıyoruz ama operatöre de bağlanmak istemiyoruz. Devlet elektronik olmuş. Harçlığımızı ATM’lerden alıyoruz.

Yediğimiz içtiğimiz kimyasal, yediğimiz içtiğimiz fabrikasyon. Gıdasızlaştırılıyoruz. Hastanelerde sağlık tükenmiş, konfor satılık. Konforlu doğum, konforlu ölüm. Sancısızlaştırılıyoruz.

Atsızlaştırılıyoruz. Mıh tutmuş, nal çakmış, ata eyer vurmuş kaç arkadaşımız var?

Dünyanın her yerinde aynı markalar, aynı şarkılar. Kültürsüzleştiriliyoruz. Ne tandırımız kalacak, ne de mangalımız.

Köysüzleştiriliyoruz. Dilsizleştiriliyoruz. Yüksek binalar, led ışıklar arasında güneşsizleştiriliyoruz. Ne Ay’ı takip ediyoruz, ne de yıldızlara bakarak uyumuşluğumuz var.

Engelliler gibiyiz. Tekerlekli sandalyelerimiz yok, ama otomobillerimiz var, toplu taşıma araçlarımız var. Evden her çıkış şehirlerarası bir yolculuk gibi. Mesai uzakta bir yer. Yürüyerek gidilmiyor. Neredeyse adım atmıyoruz. Kassızlaştırılıyoruz.

Akıllı binalar, akıllı telefonlar, akıllı kartlar, akıllı otomobiller... Endüstri 4.0 yapay zeka üretirken biz düşüncesizleştiriliyoruz. Üzerimize 7-24 boca edilen son dakika haberleri ile enformatik cehalet inşa ediliyor. Bilgisizleştiriliyoruz.

Yaşamaklarımız başkaları için. Kalp kırıklıkları verimliliği düşürüyor. Acı çeken fiyakalı ruhların müşterisi yok. Aşksızlaştırılıyoruz.

Seçeneksizleştiriliyoruz. Onlar her şeyi bizim için önceden planlamışlar. Toprağımızı terk etmişsek istiflenmeyi de kabul etmişiz demektir. Aç kalmak istemiyorsak denileni yapacağız ve verilen ücreti de alacağız.

Toprağımızı yitiriyoruz. Evimizi, ocağımızı, yakınlarımızı yitiriyoruz. Ücretimizi verenler geleceğimizi de belirleyecekler. Oturup bu işin içinden nasıl çıkacağımızı konuşmamız gerekmiyor mu?

 

ötekiislam.net

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş
Çok okunan haberler