Serhatın Sesi / Serhat Diyarından Haberler
Serhatın Sesi / Serhat Diyarından Haberler

6 Mayıs üzerine…

06.05.2018
Murat Meriç

6 Mayıs 1972, bir acının tarihi. 12 Mart sonrasında Sivas’a gitmek üzere harekete geçen Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu kurucularından Deniz Gezmiş, yapılan bir ihbar sonucu Gemerek’te yakalandı. Kayseri üzerinden Ankara’ya getirilen Gezmiş ve arkadaşları Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan, 9 Ekim 1971’de biten mahkemede, idam cezasına çarptırıldı. Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, idam edildikleri gün 25 yaşındaydılar. Hüseyin İnan, onlardan iki yaş küçük. Bugün, aramızdan alınışlarının 46. yılında onları anarken bu bilgileri unutmayalım…

1968 yılının Mayıs ayı, Fransa’da baharın simgesi. Üniversitede toplanan gençlerin başlattığı “hareket”, sonrasında bütün dünyada etkisini derinden hissettirecek gelişmelerin başlangıcı. Erkin Koray’ın tabiriyle o gün “uzayda bir elektrik hâsıl oldu” ve bunun sonucunda dünya sarsıldı. Öğrencilerin başlattığı gösterilere işçilerin destek vermesi, Fransa’da “yeni” bir döneme girildiğinin göstergesi. 1958 yılında Fransa Cumhurbaşkanı olan Charles de Gaulle’ün 1965 yılında ikinci kez seçilmesi üzerine başlayan tartışmaların sonucunda yapılan gösteriler, Cumhurbaşkanının iktidarını sonlandırdı. Doğrudan değil, dolaylı: 29 Mayıs günü Elysée sarayından helikopterle ayrılan ve Almanya’ya geçen Cumhurbaşkanı, ertesi gün ülkeye döndü, yaptığı konuşmada koltuğundan ayrılmayacağını ve 23 Haziran’da yeni bir seçim yapılacağını söyledi ve gösterilerin sürmesi hâlinde olağanüstü hâl ilan edeceğini açıkladı. Yandaşlarının sokağa dökülmesiyle birlikte hadise farklı bir boyuta sıçradı. Polis, 16 Haziran’da Sorbonne’a girdi, öğrencileri dağıttı ve seçimler öngörüldüğü tarihte yapıldı. De Gaulle kazandı ancak bu mutlak bir zafer değildi: 27 Nisan 1969’da yapılan referandumda “hayır”ın galip gelmesi üzerine görevinden ayrıldı.

Şüphesiz ’68 olaylarının tek kazanımı bu değil: Cinsel özgürlükten feminizme uzanan bir kazanımlar silsilesi var –ki bunlarla birlikte dünya daha da güzelleşti. Fransa’da başlayan hareket, Türkiye’yi de etkiledi. Gençler, üniversitelerde özgürlüğün peşine düştü, “daha güzel bir dünya” kurmak için adımlar attı. Yazık ki 1971 yılının 12 Mart günü asker tarafından cumhurbaşkanına sunulan muhtıra, bu güzelliği yok etti ve nice acıların yaşanmasına sebep oldu. Muhtıra sonrasında kurulan “tarafsız” hükümetin başına getirilen Nihat Erim, acıların faili. Âşık Mahzuni Şerif, onun için “Erim Erim Eriyesin” şarkısını yazmış, başbakanlığı sırasında Kızıldere’de öldürülen Mahir Çayan’a selam çakan şu dizeyi söylemişti: “Yesin seni yılan, çayan!”

Bugün 6 Mayıs. Memlekette olan pek çok hadise var. Bunlardan biri, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşu. 82 yıl önce, 1936’da eğitime başladığında, TRT İstanbul Radyosu, 9. yaşını kutluyormuş. 1927 yılının 6 Mayıs günü, Sirkeci’deki Büyük Postane binasının bodrum katında yayına başlayan ve bu yayını hoparlörler aracılığıyla halka duyuran TRT, 45 yıl sonra, bir başka 6 Mayıs sabahında, haber bültenine şu cümleyle başlıyordu: “Türk devletini parçalamak ve komünist bir düzen kurmak için anayasayı ortadan kaldırmak amacıyla anarşik eylemlerde bulunan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan haklarındaki ölüm cezaları bu sabah infaz edildi.”

6 Mayıs 1972, bir acının tarihi. 12 Mart sonrasında Sivas’a gitmek üzere harekete geçen Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu kurucularından Deniz Gezmiş, yapılan bir ihbar sonucu Gemerek’te yakalandı. Kayseri üzerinden Ankara’ya getirilen Gezmiş ve arkadaşları Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan, 9 Ekim 1971’de biten mahkemede, idam cezasına çarptırıldı. “Suçlular” hakkında verilen hükmün yerine getirilmesine ilişkin 1586 sayılı kanun, 2 Mayıs’ta TBMM tarafından kabul edildi, 5 Mayıs’ta 14178 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. İnfaz, 6 Mayıs 1972’de (şu anda müze olarak kullanılan) Ulucanlar Cezaevi’nde gerçekleştirildi.

TRT radyolarının ilk haber spikeri Zafer Cilasun tarafından okunan haber, infazlara ilişkin ayrıntıyı “halka” duyuruyordu. 01.25’te başlayan, iki saat sonra tamamlanan infaz, şu cümleyle habere aktarılmış: “Görgü tanıkları, birbirlerini görmeden sırayla asılan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın cezalar yerine getirilirken korku içinde bulunduklarını bildirdiler.” Oysa yaşanan tam tersi. Devletin bıkmadan usanmadan söylediği yalanlardan biri bu.

Zülfü Livaneli, bir yıl sonra Belçika’da yayımlanan ilk albümünde, bu olayı anlatan bir ağıta yer verdi: “Şarkışla”. Albüm kapağında ağıtla alakalı şu cümleye rastlıyoruz: “Bir Orta Anadolu kasabası olan Şarkışlalı kadınların, 6 Mayıs 1972’de ordu tarafından infaz edilen üç genç devrimci Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan için söyledikleri ağıt.” Livaneli, “Sevdalım Hayat” başlıklı anılar kitabında (Remzi Kitabevi, 2009), şarkıyla karşılaşma hikâyesini şöyle anlatıyor: “12 Mart yönetimine karşı sessiz bir direniş başlamıştı. Kulaktan kulağa fısıldanan şiirler ve türküler bu muhalefetin özünü oluşturuyordu. Bunlardan birkaç tanesini öğrenmiştim. Biri, Şarkışla’da bir kadının yaktığı söylenen ağıttı. Deniz Gezmişler üzerine söylenmişti. (Sonradan bu parçanın, müzisyen Selim Atakan’ın halasına ait olduğunu öğrenecektim)” Selim Atakan, Yeni Türkü’nün kurucularından. Yıllar önce Roll adına kendisiyle yaptığım bir söyleşide, konu hakkında şunları söylemişti: “[Livaneli’nin] o dönem İsveç’te yaptığı bir albüm vardır, ‘Şarkışla’nın falan olduğu… Onu sürekli dinlerdim, çok etkilemişti beni. İki nedeni vardı, birincisi, ‘Şarkışla’nın sözlerini halam yazmıştı! İkincisi, asıl beni etkileyen tarafı, kaydın çok güzel olması. Sesler, bilhassa bağlama kayıtları muazzamdır. İcra da çok iyidir. ‘Buğdayın Türküsü’nü yaparken o albümden çok beslendiğimi hep söylerim.”

“Şarkışla”, literatüre “anonim” olarak geçen ağıtlardan. Sözleri şöyle: “Şarkışla’ya düşürmesin / Allah sevdiği kulunu / Gemerek’te çevirmişler / Deniz Gezmiş’in yolunu // Gece Elmalı’da kalmış / Hamamcı Ali’yi sormuş / Uzatmalı itin biri / Yusuf ’u gaflette vurmuş // Yaşa Türk ordusu yaşa / Dünya şaştı böyle işe / Ordu madalya göndermiş / Yusuf ’u vuran çavuşa // Nolayıdım nolayıdım / Okur yazar olayıdım / Deniz mahkemeye düşmüş / Avukatı ben olaydım.”

Livaneli “anonim” demiş, ağıtı “Marşlarımız” albümüne alan Grup Yorum bu bilgiyi korumuş. Konserlerinde “Şarkışla”yı seslendiren Tülây German, bu ağıtı Mehmet Koç’tan aldığını söylüyor. Koç, röportajlarında “Şarkışla”yı Diyarbakır Cezaevi’nde kaldığı günlerde yazdığını ifade ediyor.

Ağıta dair dikkat çekici bilgilerden biri, Efe Kerem Sözeri’nin 21 Kasım 2014 tarihinde Bianet’te yayımlanan yazısı. Sözeri, ağıtı Âşık Kiraz’ın yazdığını söylüyor ve şu cümleleri kuruyor: “soL dergisinde geçen yıl yayınlanan bir yazı, Mamak’ta yaşamış ve gecekondu hareketini örgütlemiş Hayriye Sultan isimli bir kadını kaynak gösterirken, Şarkışlalı halkbilimci Şükrü Günbulut bu sözleri Şarkışlalı başka bir kadın şair (annesi, bugün hayatta değil) Mevlüde Günbulut’un yazdığını ve kendisine bir mektupla ilettiğini belirtmiş. Şarkışla Gündüz gazetesinin sahibi de görüşmemizde bu son kaynağı doğruladı. Benim tanışma şansına eriştiğim Aşık Kiraz başka acılar için de demeler söylemiş, aynı dille, aynı içtenlikle. (…) amacım sözleri sahiplenenleri incitmek, ya da gerçek kaynağın Aşık Kiraz olduğunu iddia etmek değil; aksine, Diyarbakır’dan Mamak’a dek birden çok kadın ve erkek aşığın sahiplendiği bu türkünün aslında hepimizin geçmişinde olduğunu kendimize hatırlatmak istiyorum.” Ağıtın Âşık Kiraz versiyonunda, şu dizeler dikkat çekiyor: “Yağlı zimel yağlanıyor / Dar ağacına bağlanıyor / Yusuf Deniz idam olmuş / Her tarafta ağlanıyor…”

Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, idam edildikleri gün 25 yaşındaydılar. Hüseyin İnan, onlardan iki yaş küçük. Bugün, aramızdan alınışlarının 46. yılında onları anarken bu bilgileri unutmayalım…

İdamlar o dönem çok ses getirdi, pek çok insan onların ardından ağıtlar yaktı. Âşık Nesimi Çimen’den Âşık İhsani’ye uzanan külliyat, mücadelelerini bugüne taşımaya muktedir. Uzun uzun anlatmayayım, külliyatı irdelemeyi bir başka yazıya bırakayım ve mevzuyu kapatmadan önce iki bilgi daha vereyim: İdamlar sırasında hazır bulunan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının avukatı Halit Çelenk’i yedi yıl önce bir 5 Mayıs günü kaybetmiştik. Onların hikâyesini “Gülünün Solduğu Akşam” adlı kitabında anlatan Erdal Öz ise 2006 yılının 6 Mayıs günü aramızdan ayrıldı. Bu vesileyle, tanışma şansına eriştiğim bu iki güzel insanı hasretle anıyorum.

Yazıyı bitirmeden dünle alakalı birkaç şey söyleyeyim… 5 Mayıs 2018, Karl Marx’ın 200. doğum günüydü. Berlin’de heykelini ziyaret ettim, Mayıs ’68’de toplanan gençler gibi “güzel günlere dair” inancımı perçinledim. Önümüz seçim. Atılan adımlar, bu inancı pekiştiriyor. Hazır bahar gelmişken umudumuzu kaybetmeyelim, daha güzel günleri göreceğimizi bir kere daha birbirimize hatırlatalım. Buna ihtiyacımız var.

Yazıyı, güzel temennilerle bitireyim… 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, denizlerin ermişi İlyas’la karaların ermişi Hızır’ın buluştuğu gün. Bilinen adıyla, hıdrellez. Hıdrellezden söz eden çok şarkı var ama anmak istediğim, coşkulu bir Kardeş Türküler şarkısı: “Doğu” albümünde yer alan Ermenice “Haynırına”. Her hıdrellezde bunu söylüyorum, dinliyorum; bugün de farklı olmasın. Çaputlar hazırlanmış, dilekler belirlenmiş, çoktan gül ağacının dibine bırakılmıştır. İyisi mi sessizce dileğimi dillendireyim, huzurdan çekileyim: Bahar, barış dolu güzel günlerle gelsin. Böyle olursa sonrası zaten hep bahar!

 

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş
Çok okunan haberler