Serhatın Sesi / Serhat Diyarından Haberler
Serhatın Sesi / Serhat Diyarından Haberler

Ürdün’de isyan; kralca hamleler, bölgesel oyunlar

06.06.2018
Fehim Taştekin

Bugünlerde Suriye’nin geleceği için kartlar yeniden karılırken, İran’a karşı ABD-Suud-İsrail ekseni şekillenirken, İsrail kalan Filistinlileri de Doğu Şeria’ya sürme planını ısıtırken ve Trump yönetimi elçiliğini Kudüs’e taşıyarak Haşimi iktidarının Harem-üş Şerif üzerindeki hamilik hakkını anlamsızlaştırırken, velhasıl sular bu kadar köpürtülmüşken Ürdün kolayca akıntıya bırakılacak bir ülke olabilir mi?

Ürdünlüler birkaç gündür ayakta. 33 işçi örgütlenmesinin çağrısıyla 8 milyonluk ülkede 200 bin insan Amman’ı salladı. IMF reçetesine teslim olmuş hükümete karşı isyan 2011’deki ‘Arap Baharı’ günlerini anımsattı.

40 milyar dolar borcu olan Ürdün’den ayağını yorganına göre uzatmasını isteyen IMF’in yol haritası doğrultusunda ocaktan itibaren 165 ürüne vergi koyan, yakıt, elektrik, su, sigara ve ulaşıma zam yapan hükümet son olarak meclise sunduğu yeni vergi paketiyle halkın sabır taşını çatlattı. O taş ki nüfusunun sekizde biri kadar Suriyeli mülteciyi 7 yıldır sırtında döndürüyor. Yeni paket kurumlar vergisini yüzde 35’ten 40’a, işlenmiş gıdada vergiyi yüzde 24’ten 30’a çıkarmayı; vergiye tabi hane geliri rakamını 40 bin dolardan 22 bin 700 dolara, bireysel gelir rakamını 17 binden 11 bin 200’e indirmeyi, vergi kaçıranlara da hapis cezasını öngörüyor. Hükümet bu şekilde vergi ödeyen kesimin nüfus içindeki oranını yüzde 4.5’ten yüzde 10’a çıkarmayı hedefliyor. Hükümet “Vergi yoksa hizmet de yok” havasında giderken halktan sarsıcı bir yanıt aldı.

Ürdün siyaseti daha sofistikedir, İngiliz tarzının Arap süzmesidir. Öfkenin başbakana kanalize edilmesi, Kral’ın gereksiz inatlaşmalara girmeyip kabinede değişikliğe gitmesi gibi taktikler sistemi balta yemekten kurtarıyor. Kral, havacı bir asker olarak kükremesini bildiği gibi rüzgâra karşı esnemesini de biliyor.

Bu kez de gösterilerin altıncı gününde Başbakan Hani el Mülki’yi kızağa çekip Dünya Bankası’ndan gelen Eğitim Bakanı Ömer el Razzaz’ı dümene geçirdi. Öfkeye kulak verdi, inatlaşmadı, “Siz misiniz kabineme ‘Hırsızlar hükümeti’ diyen” demedi.

***

Körü körüne inat Ürdün’e göre değil. Bir tarafta Doğu Şerialı aşiretler, diğer tarafta çölün aşiretleri, 1948 ve 1967’de yerlerinden sürülmüş Filistinlilerle Haşimi ailesi kılı kırk yararak dengeyi tutturuyor. Filistinliler deyip geçmeyin, nüfusun üçte ikisini onlar oluşturuyor. İsrail’in Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze’deki ‘soykırım’ politikalarıyla Filistinli yarasını yeniden deştiği, Müslüman Kardeşler kanalından gelen siyasal İslamcıların dengeleri zorladığı, selefi-radikal İslamcıların çıkış fırsatı kolladığı, işsizliğin yüzde 18’i geçtiği bir ortamda Kral Abdullah basitçe saraya sadık Çerkes muhafızlarına yaslanarak ülkeyi sükuna erdiremez.

Abdullah’ın babası Hüseyin de 1989’da aynı esnekliği göstermişti. O vakit göstericilerin talep listesi hayli ağırdı, yine de saraydan geri çevrilmemişti. Dededen toruna üç başbakan çıkartan Rifai ailesinin siyasetteki sarsılmaz yerine rağmen Zaid el Rifai başbakanlıktan indirilmiş, sıkıyönetim yasası kaldırılmış, siyasi partilerin kurulmasına izin verilmiş, IMF’in acı reçetesi gereği sübvansiyonlara son veren ekonomik paketten vazgeçilmişti. Bu sarsıntı, İsrail’in kuruluşunu izleyen olağanüstü koşullarda siyasi partileri 1957’de yasaklamış olan Ürdün’ü ‘göreceli’ reformcu bir yola sokmuştu.

Ürdün kendisine ağabeylik taslayan diğer Arap ülkelerinden farklı bir siyasal kimliğe sahip. Yasaklı dönemde bile muhalefet etmenin kanalları kontrollü de olsa bir şekilde açık tutuldu. Bugün siyasi partilerden daha fazla toplumu harekete geçirme kapasitesi olan sendikalar ve meslek birlikleri, güçlerini, 1957-1989 arasındaki olağanüstü koşullarda partilerin yerini almalarına borçlu. Meslek dallarındaki örgütlenme becerisiyle bilinen Müslüman Kardeşler de o tarihlerde devşirdiği potansiyelle yeni dönemde İslami Eylem Partisi olarak siyasal arenada yerini almıştı. Oy desteği yüzde 12-16 aralığında seyreden Müslüman Kardeşler, Arap Baharı ile yakaladığı ivmeyi Mısır-Tunus hezimetinden sonra kaybetmeye başladı. Bu örgütün önünün alınmasında Ürdün yönetiminin dozu iyi ayarlanmış baskı-manipülasyon taktiklerinin rolü büyük. ‘Terörist ilan edilme’ ya da ‘dağıtılma’ tehdidi ile karşılaşan örgüt birkaç kez içeriden bölünmeler yaşadı. Yine de siyasal İslamcı kanatlar Ürdün yönetimi üzerinde ‘baskı faktörü’ olma özelliğini koruyor.

***

Ürdün’ü sadece iç dinamikleriyle okumak eksik kalır. Ürdün, 1994’te İsrail’i tanıyan anlaşmaya imza attığından beri ABD’nin bölgede statükonun korunması, Filistinlilerin dizginlenmesi ve İran’a karşı Arap bariyerinin sağlam tutulması bakımından özel ehemmiyet atfettiği bir ülke. Bu da 2011’den sonra Ortadoğu kaynar kazana dönerken hayli kırılganlığına rağmen Ürdün’ün neden camlı köşkte fazla incinmeden oturmaya devam ettiğinin bir diğer izahı. ABD her yıl Amman’a 1 milyar dolar civarında ekonomik ve askeri yardımı Haşimi ailesi sefa sürsün diye göndermiyor.

Peki bugünlerde Suriye’nin geleceği için kartlar yeniden karılırken, İran’a karşı ABD-Suud-İsrail ekseni şekillenirken, İsrail kalan Filistinlileri de Doğu Şeria’ya sürme planını ısıtırken ve Trump yönetimi elçiliğini Kudüs’e taşıyarak Haşimi iktidarının Harem-üş Şerif üzerindeki hamilik hakkını anlamsızlaştırırken, velhasıl sular bu kadar köpürtülmüşken Ürdün kolayca akıntıya bırakılacak bir ülke olabilir mi? Normalde olamaz ama tuhaf bir şeylerin döndüğü de anlaşılıyor.

Siyasal süreçlerin geçmişine bakıldığında normal mantık, Filistin-İsrail değil Arap denkleminde de Ürdün’e özel önem veren ABD’nin son dakika kurtarma fonlarıyla devreye girerek öfkenin sarayın kapılarına dayanmasını önleyeceğini söyler.

Bu noktada ortaklar arasında sıra dışı bir uyuşmazlığa parantez açmak istiyorum.

Kral Abdullah geleneksel ortakların bölge politikalarından dolayı epey zamandır huzursuz. Hatta öfkeli.

Evvela Ürdün’ün Suriye’ye müdahalede sıçrama tahtası olarak kullanılması nedeniyle 7 yıldır diken tarlasında sekerek dolaşıyor.

Defalarca Şam’a gizlice temsilci göndererek Suriye ile ilişkileri düzeltmek istediği mesajını iletti. Kral bu konuda neredeyse Rus lider Vladimir Putin’e dua eder hale geldi. Bir an önce Suriye krizini çözse de Ürdün cendereden kurtulsa diye bekliyor.

Kral Abdullah Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) cehenneme çevirdiği Yemen’e de asker göndermeye yanaşmadı.

Finansörlerini gücendirmemek için sınırlı hava desteğiyle yetindi. Suud ve Emirlikler’in Katar’ı cezalandıran adımlarına da gönülsüzce ve sınırlı tedbirlerle eşlik etti. Ürdün’ün dış dayanakları bu tutumları illaki kara deftere not etmiştir.

Şimdi Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman (MbS) ve Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed (MbZ) ikilisi İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte bölgenin hassas ayarlarını kurcalıyor. İran’ı bölgede püskürtme planlarının yanı sıra Filistinlilere rağmen Filistin’i halletmeye çalışıyorlar.

Kral Abdullah, bu adımlarla Ürdün’ün iyice okkanın altına itildiğini düşünüyor. Birkaç kez Trump ve MbS’yi tehlikeli oyundan vazgeçirmeye çalıştı ama nafile.

***

Buradan Ürdün’ün ekonomik dar boğaza girmesi ve sokağa taşan öfkeye dönersek; Amerikan-Suud-Emirlikler-İsrail ekseni, Ürdün’ün hırpalanmasına izin vererek Kral’a patronun kim olduğunu hatırlatmak istiyor olabilir.

Son zamanlarda yaşanan bazı tuhaf gelişmeler, Riyad-Amman hattındaki uyumsuzlukların ilginç noktalara vardığını gösterdi.

MbS’nin İsraillilerle iş tutması, Filistin için yeni öneriler hazırlanırken Ürdün’ün bypass edilmesi ve bu şekilde Kral Abdullah’ın geleneksel rolünün düşürülmesi…

Suudilerin, Ocak 2017’de Körfez İşbirliği Konseyi’nin Ürdün’deki Suriyeli mültecilere 3.6 milyar dolarlık yardım paketini yeniletmeyerek kralı ayağından vurması…

Ürdün’e vaat edilen 250 milyon dolarlık Suudi yardımın askıya alınması…

Filistin kökenli Ürdünlü işadamı Sabih el Masri’nin Suudi Arabistan’da tutuklanması…

Bütün bunlar Amman-Riyad hattındaki gerilimin dışa vurumu.

Filistin lideri Ebu Mazen (Mahmud Abbas) ve Kral Abdullah aralıkta Türkiye’nin çağrısıyla Filistin’i görüşmek üzere İstanbul’da olağanüstü toplanan İslam İşbirliği Örgütü zirvesine katılmıştı. İddia o ki MbS-MbZ ikilisi, Filistin ve Ürdün’ün bu zirveye katılmalarını önlemeye çalıştı. Sözleri dinlenmeyince önce Arap Bankası Başkanı Masri’yi Riyad’da otel odasına hapsederek hem Abbas’a hem de Kral’a mesaj verdiler. Ardından MbS, 16 Aralık’ta Ebu Mazen’i Paris’ten Riyad’a ayağına çağırıp aşağıladı ve alenen tehdit etti.

Tabii aynısını Kral Abdullah’a yapamazlar. Kral yardımlar olmadan ayakta kalamayacağının farkında olsa da konumunu ustaca kullanabilen bir lider. Nitekim orduda Suudilerle dümen çevirebilecek üç yakınını açığa alarak kolay lokma olmadığını gösterdi. Bu olay olası bir darbe komplosunu açığa çıkarma hamlesi olarak algılandı.

En nihayetinde onlar için önemli olan jeopolitik konumuyla Ürdün’ün her zamanki gibi kendisine biçilen rolü benimsemesi. Ne var ki bu kez biçilen rol, Ürdün’ün fay hatlarını hiçbir şekilde dikkate almıyor. Tam bir cendere hali; sokakta öfke, ortaklar masasında Rus ruleti. Bir de sokaktaki ekmek kavgasına Filistin davasını tamamen satmış bir krala duyulacak Filistinli öfkesinin eklendiğini düşünün. Elbette mesele şu aşamada “Kral öldü yaşasın yeni Kral” başlığını taşıyacak kıvamda değil. Dediğim gibi Ürdün tehlikeli surlara salınacak bir ülke değil. Statükonun en simgesel sigortası da Haşimi krallığı. O yüzden ABD’nin nerede nasıl devreye gireceği önemli. Ertesi günü beklemek lazım.

 

gazete duvar

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş
Çok okunan haberler