“Uzungöl” yazısının önünde bir bebek arabası var, onun arkasında bir atkı duruyor. Üstünde “Kürdistan” yazılı. Bebek arabasının yanında bebekle meşgul bir kadın var. Anne, teyze, abla filan. Yazının arka tarafında, bebek arabasının solunda bir kadın duruyor, bir kadın da sağ tarafta var. “Biraz ileride, “Uzungöl” yazısının arkasında da bir kadın var. Bir kadın da Uzungöl’ün kalp şeklinde yapılmış ö’sünün üstünde. Onun az ilerisinde bir adam var.
ASLINDA BU BİR İŞGAL HAREKETİ!
O esnada az ötede meydana bir adam çıkıyor. “Bayrak açma” olur mu hiç oralarda? Peki bayrak açılmış mı? Sarı, kırmızı, yeşil bir aradaysa ve hele üstünde “Kürdistan” yazılıysa ne bayrak açması, işgal başlamıştır ey ehli vatan. İşgale karşı milli kuvvetleri harekete geçirmek lazım, adam da onu yapıyor. “Şehitlerimiz var bizim.”
Peki, kadın, bebek ve üç renkli atkının şehitlerle ilgisi ne? “Türkiye”den bile değiller. Irak devletinin içindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde yaşıyorlar. Türkiye’ye taş atmış, Türkiye’den çakıl taşı almaya çalışmış bir yönetim mi bu? Hayır. Lider heyeti, Türkiye’yi yönetenlerle olası en iyi uluslararası ilişkilerini yürütmeyi politika olarak seçmiş. Liderleri, başta Mesut Barzani olmak üzere, Ankara’da, Diyarbakır’da ağırlanmış. Türk bayrağı ile “Kürdistan” bayrağı, devletin en yetkili kişileriyle verdikleri fotoğraflarda bir arada görülmüş. Tamam, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye’de Kürdistan diye bir yer var mı” diye sormuş ve cevabını da kendisi vermiş: “Yok. Irak’ta var (HDP’lileri kast ederek) defolup oraya gitsinler.” Yani, bu “Kürdistan”, buralarda yoksa da oralarda var, devletin en üstü dahil siyaset, bürokrasi, diplomasi tanımış.
HANGİ SUÇ GURURLA KAYDA GEÇİRİLİR?
Sahneye çıkan cengaverin gazıyla Uzungöl’ün diğer vatan kurtaran kahramanları bebekli kadınların üstüne çökmüş. Tekme, tokat, yumruk, Allah ne verdiyse. Jandarma geliyor, öyle etkili, güçlü falan değil ki jandarma aracının etrafında saldırganlık sürüyor. Görüntüleri de saldıranlarla duygudaş kişilerin çekimlerinden biliyoruz, “geri zekalılar” diyor, “siz kimsiniz”, en sonunda hem meydandaki kahramanlığı hem de bu kahramanlığı kayda alanların ruh halini, bakış açısını veciz biçimde dile getiriyor: “Ne hakla gelip buraya o bayrağı açıyor… gururumuza dokunuyor…”
Gurur. Türkiye ile resmi planda dost bir yönetimi temsil eden, Türkiye’nin de tanıdığı bayrak nasıl oluyor da saldıranlar ve haklı saldırıyı dünya aleme ilan etmek üzere çekim yapanların “gurur”una dokunuyor? Nasıl bir çelişki, nasıl bir muamma bu?
Devleti yönetenler, dost saydıkları bir ülkenin yurttaşlarına yönelik saldırı konusunda tek kelime etmiyor. Güvenlik güçleri, adli güçler ve idari güçler, saldırganları değil saldırıya uğrayanları “işlem” konusu yapıyor. Gözaltına alınıyorlar, sınır dışı ediliyorlar. Devletin resmi ajansı, “arbede” diyor; sanırsın bebek arabadan kalkmış, Kürdistan bayrağını Uzungöl ahalisinin yüzüne yüzüne sallamış, sonra onlarla itişip kakışmış. Öyle tehlikeli bebekler, kadınlar. Bugün, 19 Temmuz 2019’da çıkan gazeteler hiçbir haber değeri görmemiş vakada. “Gurur”u daha fazla kırmamak lazım, o gurur lazım çünkü.
TOPLUMSALLAŞMIŞ SALDIRGANLIK
Çelişki ya da muamma gibi görünen şey Türkiye’nin Kürt politikasının toplumsallaşmış halinden ibaret: Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile iyi ilişkiler, ekonomik, siyasi ve askeri işbirliği, temel “Kürt” politikasının konjonktürel bir istisnası. Mesut Barzani, bağımsızlık referandumu yaptığında göründü bu: Yapma. Yapamazsın. Tanımayız. Kabul etmeyiz. Filan…
GEL, ÇALIŞ, HATTA GEZ AMA GÖRÜNME!
Erdoğan’ın başbakanken Diyarbakır’da ağırladığı Barzani’nin yanında Kürdistan demesi, Binali Yıldırım’ın İstanbullu Kürtleri tavlamak için Kürdistan demesi, temel politikayı değiştirmeyen, gurura dokunmayan rüşvetlerden ibaret. Bunu “halk” biliyor, yönetim halkın bunu bildiğini biliyor. Halkın, “Kürt” meselesine, “Kürt” lafına karşı her an zinde güç halinde harekete geçmesi yönetimin vazgeçmediği bir arzusu. Bu nedenle “Kürt”lere karşı her harekette, saldıranlar değil saldırıya uğrayanlar idari-adli işlem konusu olur. Okullar, akademiler, askeri sahalar, medya, politik liderler, toplumu endoktrine etme, yönlendirme, çekip çevirme güç ve yetkisi olan herkes, “Kürt yoktur”dan “Kürdistan yoktur”a varan bir yok sayma-yok etme fikrinin toplumda yerleşik kalması için can atar.
Bu fikir olağan sonuçlarını doğuracak şekilde eylemselleştiği her seferinde eyleme geçenlerin korkacağı, çekineceği idari-adli hiçbir mekanizma devreye girmez. “Eline sağlık” demenin devlet dilindeki halidir bu.
Karadeniz’e mevsimlik işçi olarak gidebilir Kürt, inşaat işçisi olarak var olabilir, turist olarak gidecekse kimse onun “Kürt” olduğunu anlamamalıdır. Bilmemelidir. Her turistin yapacağı şey, “Kürt” turist için yapılabilecek şey değildir. İster Irak’tan gelsin, ister İran’dan. Adı resmen “Kürdistan” olan bir yerden geldi diye, o resmi adı devlet ara sıra tanıyor, fotoğrafına göz yumuyor diye, Kürtlerin varlık alameti göstermesine izin verilemez.
“Gurur” denilen şey, Kürtlerin yokmuş gibi davranması kuralının adıdır. Kürtler, yokmuş gibi davranmazlarsa gurur incinir. Göz döner. Arabadaki bebek bile görünmez olur. Varlığına dair alamet ortaya çıktığında, gurur incinir, çünkü bir kavmin yok oluşu toplumsal vicdana “gurur verici” bir şey olarak her an yazılmaktadır devlet ve devletin tüm ideolojik aygıtları tarafından. “Arbedeye katılan halkın” yaptığı da bu yazıyı okumaktır. Bu okuma-yazma faaliyeti sırasında linç girişimi, ırkçılık, halkı kin ve düşmanlığa tahrik filan gibi ceza kanunu maddeleri askıya alınmıştır. Kimse, “Kanun var, yapamazsınız” demez. Kürt gider, konu unutulur. Filmin arzulanan en sonu şudur: Kürt biter, sorun biter.