Azımsanmayacak bir toplum kesiminin kadınları için, ‘nihayet kafeslenmiş kocayı’ “sizinle eğlendi, benimle evleniyor” şeklinde lanse etmek gayet normal. Muhtaç olunan görgüsüzlük düzeyi de TV ve basından siyaset diline her damarda mevcut. İlişkiler göstere göstere, öç alınır gibi yaşanıyor, çiftler sanki birbirlerini değil bizi s…seviyor! Kendi içinden inandırıcı biçimde beslenemeyen aşk anlatısı bile bir düşman varsayımına ihtiyaç duyuyor çünkü.
Yazının başlığı, bir gelin arabası arkası yazısından. Kamyon yazıları kadar olmasa da bu yazılardaki çeşitlilik de gün geçtikçe artıyor. Hem gönül iklimimizin, duygu dünyamızın hem de toplumsal şuur(suzluk) hâli ve riyakarlık düzeylerimizin yazılı göstergeleri olarak önemleri de artıyor.
Uzun zamandır öyle “evleniyoruz, mutluyuz”la geçiştirilebilecek bir şey değil düğün hadisesi. Büyük paraların, maddi-manevi büyük yatırımların döndüğü dev bir pazar.
Sosyal medyada epey geyiği dönen bu yazıya ilişkin tepkilerin yarısı “ne biliyosunuz belki de damat yazdırdı?” şeklindeydi. Bence bu pek mümkün değil Türkiye’de. Oto tamircisinden profesörüne, evleneceği kadının geçmiş ilişkileriyle bu diyelim ‘genişlikte’ hava atacak kaç tane erkek tanıyorsunuz? Gerekli mi, orası da ayrı. Partnerinin geçmiş ilişkileriyle hava atmanın herhangi bir bakış açısıyla, kadın ya da erkek için, pespayelik içermeyen bir yanı yok. Ama özel olarak da erkekler için, bu resmen ‘gavatlık’ diye nitelendirilen tarzda bir durum toplumsal açıdan. Bir tür photoshop durumu vs. söz konusu değilse bu yazıyı bir kadın yazdırmış olmalı, özetle.
Bu yazıyı gelin arabasına ‘kapak’ edecek duygu ve düşünce dünyası ne menem bir dünyadır peki, düşünelim… Beş yaşından itibaren gelinlik hayalleriyle beslenip büyütüleceksin… Hemcinslerinle beşikten mezara rekabet hikâyenin doruk noktası bu düğün sekansı olacak… Öyle “mutluyuz” falan keser mi? Kesmez tabii… O araba katiyen iki kişilik bir yer değil. İlkokulda saçını çeken kızdan sevgilini elinden alan kıza, katıldığın binlerce düğünden izlediğin bir milyon tane Instagram story’sine, seni bugünlere getiren herkesin, her olayın irili ufaklı rolleri var.
Üstelik tehdit de ortadan kalkmış değil ha! ‘Kociş’ aslanın ağzında! Kadınlar çok fena artık anacım, o parmak kadar genç kızlar bile ay suya götürüp susuz götürür adamı. Arkanı döndüğün gibi kapıverirler kocişini. Allah yarabbi sen kocişlere yönelen gözleri şaşı, dilleri lal et, sürüm sürüm sürünsünler, her fön çektirdiklerinde yağmur yağsın, her Cumartesi evde ağlayarak yastık kemirsinler, hiçbi ‘date’leri yolunda gitmesin, storylerine bakan olmasın, düz yolda yürürken topukları kırılsın, kekleri kabarmasın, fincanlarında kalp çıkmasın, aylaynırı düzgün çekemesinler.
Yukarıdaki paragraf senin, benim iç sesimiz değil elbette canım okur. Bizler tüm bunlardan azade, erdem ve bilgelikle donatılmış varlıklarız. Tamam, o kadar da değiliz, arada bu iç sesin daha ‘yontulmuş’, ufak çeşitlemelerini duyup kendimize gıcık olduğumuz anlar olmuştur, hadi itiraf edelim. Ummadığımız bir anda ilişkimizi, işimizi, bize tahsis edildiğini varsaydığımız yaşam alanlarını tehdit eden bir hemcinsimiz karşısında, dile gelmese bile kalbimizden dolu dolu kopan ‘o….u’ sözcüğü tüylerimizi diken diken etmiştir en azından. Mutsuz olduğumuz anlarda bundan % 90’a varan oranlarda hemcinslerimiz sorumludur!
Fark etmeden kurtulunabilecek bir eğilim değil bu, çok sağlam kurulmuş, bin yıllık bir tuzak. Kadınlara şu erkekler dünyasında istedikleri ölçüde varlık gösteremedikleri her durumdan hemcinslerini sorumlu tutmak öğretilmiş. İddia sahibi olduğunuz alanda kendinizi yeterince gösteremediğinizi düşünüyorsanız bundan mutlaka kendine ayrılan yere razı olmayan işgalci bir hemcinsiniz sorumludur. Aynı şekilde, kocanız, sevgiliniz aldattıysa kendi iradesiyle gitmemiştir, muhakkak baştan çıkarılmıştır. Düşünemez ki öyle uzun uzun zaten, erkek o ayol. Üşüse üşüdüğünü bilmez, acıksa acıktığını bilmez. Baştan çıkarıldığını nereden bilecek, zaten onlar çokeşli olup spermlerini dünyaya saçacak şekilde programlanmışlar. Öyle doğalarının oyuncağı düz kişiler, canlarım benim ya.
Her gün, her basit olaya dair tepkilerde, özetlediğim bu toplumsal cinsiyet varsayımlarının izlerine hâlâ rastlıyoruz. Komik olan pek çok şey var burada. İlki, erkeklerin hem elde edilmesi gereken yüce varlıklar olarak hem de kandırılıp yola getirilecek küçük çocuklar biçiminde kodlanması. Bu tabii “erkekler dünyayı kurtarır, kadınlarsa erkekleri” şeklinde özetlenebilecek, iki yaşımızdan başlayarak bize empoze edilen bir düşünceden besleniyor. ‘Ev’ kadının, dünya erkeğin. ‘İç’ (ki buna iç dünya da dahil) kadının, ‘dış’ erkeğin.