Bugünlerde, bu ülkede yaşananlardan dehşete kapıldığınızı biliyorum.
Televizyonda gördüğünüz her görüntü, radyodan duyduğunuz her haber ve gazetelerde okuduğunuz her yorum sizi biraz daha korkutuyor.
Türkiye’de kayıtlı yaklaşık 4 milyon Suriyeli ile nasıl baş edileceğimizi kara kara düşünürken, kevgire dönen sınırımızdan binlerce genç erkek Afganlı ellerini kollarını sallayarak ülkemize giriyor…
Kaçak Mafya lideri Sedat Peker, Venezuela’dan Türkiye’ye kokain kaçakçılığı yapanın eski başbakan Binali Yıldırım’ın oğlu olduğu haberini verirken ağzınız hayretle açık izliyorsunuz…
Hiçbirini tanımadığınız, istemeden de olsa Meclis’e gönderdiğiniz milletvekillerinizin çoğu Saray’a uşaklık yapıyor, kendi ceplerini dolduruyor…
Milliyetçiliği hiç kimseye bırakmayanların partisi MHP’nin genel başkanı Devlet Bahçeli, öldürme ve yaralama suçlarından toplam yaklaşık 49 yıl hüküm giymiş hapisteki mafya tetikçisi Alaattin Çakıcı’yı “Dava Arkadaşım” diye tanıtıyor, hapisten çıkarmak için uğraşıyor ve başarıyor…
Özelleştirme adı altında ülkenin tüm yer altı ve yer üstü varlıklarını yerli ve yabancılara peşkeş çeken, sayıları 400’ü aşan cumhurbaşkanı, başbakan, başbakan yardımcısı ve bakanı, bir araştırmacı yazar “Vatanı Satanlar” olarak yaftalıyor, vatanı satanlardan 4 eski bakan mahkemeye koşuyor, araştırmacı yazarın hapse atılmasını talep ediyor, mahkeme tüm talepleri reddediyor, ancak halkçı, Atatürkçü, ulusalcı olarak bilinen kesimden çıt bile çıkmıyor…
Ülkenin çoğu yerine “128 Milyar Dolar Nerede” pankartları asılıyor, sorumlu AKP hükümeti kem küm ediyor, Merkez Bankasındaki 128 milyar doların nasıl buharlaştığı açıklanamıyor…
AKP kurucularından, eski AKP hükümetlerinde başbakan yardımcısı, maliye bakanlığı yapmış, şimdilerde CHP Konya milletvekili, Vatan Satıcısı Abdüllatif Şener, AKP döneminde imar işlerinde 3 TRİLYON DOLAR vurgun vurulduğunu açıklıyor…
17/25 Aralık 2013’de AKP’nin dört bakanının, milyonlarca dolar rüşvet almış olduğu ortaya çıkıyor, dört bakandan biri olan Erdoğan Bayraktar, hakkındaki tüm suçlamaları kabul ediyor, itiraf ediyor, savcılardan ses çıkmıyor…
İslam Peygamberi’nin doğumundan önce yapılmış, Hıristiyanların en eski ve en ünlü kiliselerinden biri olan Aya Sofya, müze olmaktan çıkarılıp camiye dönüştürülüyor, Diyanet İşleri Başkanı elinde kılıç Cuma hutbesi veriyor, Atatürk’e lanetler okuyor…
İşsiz sayısının 10 milyonu çoktan aştığı, çalışabilir her üç gençten birinin işsiz olduğu açıklanıyor…
Semt pazarlarında, akşam üstleri, bazı vatandaşların yerlere dökülmüş, atılmış meyve ve sebzeleri toplarken görüntüleri televizyon ekranına gelirken, AKP’nin genel başkanı Türkiye ekonomisinin yüzde 20,3 büyümüş olduğu müjdesini veriyor…
Türk çiftçisine yerli tohum kullanması yasaklanıyor, karşı çıkanlara para cezası ve hapis veriliyor…
Uluslararası vurguncuların, rüşvetçilerin aracısı Sezgin Baran Korkmaz, yakalanacağı haberini İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan alınca yurt dışına kaçıyor…
Öğrencilikleri sırasında burs ve kredi almış, mezun olduktan sonra iş bulamadığı için çalışıp borçlarını ödeyememiş 300 bin üniversiteliye haciz gönderiliyor…
Kaçak mafya lideri Sedat Peker, AKP’li bir milletvekilinin “Asrın En Büyük Pezevengi” olduğunu söyleyip çok yakında bu kişinin adını açıklayacağını duyuruyor…
Tüm bu olanlara bakıp korkmamak, dehşete kapılmamak elde değil gibi geliyor insana.
Ama korkmayın.
Bu millet benzer bir manzara ile yüz yıl önce de karşılaşmıştı. Alman generallerin yönettiği Osmanlı ordusu, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış, silahlarını düşmana teslim etmişti. Anadolu bir baştan bir başa işgal altındaydı. Her şeyini özelleştirmiş olan Osmanlı, ekonomiyi de tamamıyla yabancılara teslim etmişti.
Anadolu yokluk içinde inliyordu.
İstanbul gazeteleri, tek kurtuluş yolunu bir yabancı devletin sömürgesi olmakta görüyor, sözde aydın yazarların bir kısmı, “İngiltere’nin kucağına oturalım”derken, bir kısmı da“Amerika’nın kucağı daha iyi olur” tartışmasını yapıyordu.
Türk halkı bugünkü gibi yorgun, yılgın, bezgin ve dehşet içindeydi.
Sonra, Mustafa Kemal’in önderliğinde, kendilerine “Kuvay-i Milliyeciler” denilen bir avuç yurtsever yiğitçe ortaya çıktı ve haykırdı: “Ya Bağımsızlık Ya Ölüm!”.
Amerikan kucağı ile İngiliz kucağı arasında seçim yapmaya çalışan İstanbul’un işbirlikçi yazarları, Kuvay-ı Milliyacilere kin, nefret, hakaret kustular. Cepleri İngiliz altınlarıyla dolu sömürgecilerin işbirlikçileri, Bağımsızlık Savaşçılarının üzerine alçakça, haince yürüdüler…
Peki, sonra ne oldu?
Sonra ne olduğunu artık bütün dünya çok iyi biliyor.
İçten ve dıştan kuşatılmasına, alçakça ihanetlere uğramasına, içten ve dıştan ateş altında kalmasına, askerlerinin ayağına giydirecek postal bulamamasına, aç ve susuz kalmasına rağmen Türk milleti teslim olmadı.
O zaman teslim olmayan Anadolu, şimdi mi teslim olacak?
Hiç korkmayın.
Bu ülkenin yeniden doğma sırası geldi.
Engellenen Cumhuriyet Devrimleri yeniden egemen olacak.
Ama bu kolay olmayacak. Yüz yıl önce de kolay olmamıştı. Büyük Türk şairi Nâzım Hikmet’in dediği gibi, “Yapı yeri bayram yeri değil”orada “eller kanar” yorulur, acı çekersin.
Bu acıyı bir kez daha çekeceğiz.
Bütün yapacağımız, bu yeniden doğuşun kavşağında, önce oturup Kurtuluş Savaşı Tarihimizi, yeniden, satır satır, sindire sindire okumaktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Söylev’ini bir kez daha heyecanla, coşkuyla ve inançla okuyup özümsemektir. Ne tür acılar çekeceğiz, nasıl kararlı ve sabırlı olacağız, hiç korkmadan zafere nasıl yürüyeceğiz, hepsi hepsi orada yazılı.
Varmak istediğimiz yer, yaşamak istediğimiz mevsim belli.
Tam Bağımsız Türkiye’de özgür ve mutlu olmak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni dünyanın saygın devletlerinden biri olarak hak ettiği yere getirmek.
Hiç korkmayın.
Hırsızların, rüşvetçilerin, vatanın varlıklarını satanların, padişahçıların, hilafetçilerin, tarikatçıların, mezhepçilerin, cemaatçilerin, düzenbaz dincilerin, mafyacıların, Nato’cuların, ABD ve AB uşaklarının, insan hak ve özgürlükleri karşıtlarının, kadın düşmanlarının, tasmalı ajan gazeteci ve televizyoncuların artık sonu geliyor
Tıpkı doğanın kıştan bahara değiştiği gibi, toplumun özlediği bahara da yaklaşıyoruz.
Bir kıştan bahara yürüyorsunuz.
Hiç korkmadan yürüyün.
Vardığınız yerde, tam bağımsızlığına kavuşmuş Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve Cumhuriyet Devrimlerini bulacaksınız, yolda çektiklerinizi unutturacak sizlere.