Serhatın Sesi / Serhat Diyarından Haberler
Serhatın Sesi / Serhat Diyarından Haberler

MEVLANA ÇIRILÇIPLAK OYNUYORDU

13.10.2021
Yılmaz Dikbaş

10 Eylül 2021, Cuma günü İzmir’de düzenlenen Dünya Belediyeler Birliği Kültür Zirvesi’nin gala gecesinde sahneye dünyaca ünlü dansçı Ziya Azazi çıktı ve yarı belinden yukarısı çıplak bir semâ gösterisinde bulundu, çok büyük beğeni aldı.

Değerli Dostlar,

Dünyaca ünlü dansçıya “çıplak semazen” yakıştırması yapan bazı AKP ve MHP’li isimler, etkinliği düzenlemiş olan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’e ağır eleştirilerde bulundular.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, sosyal medya hesabından Ziya Azazi’ye hakaret ederek şunları yazdı:

“CHP’li İzmir Belediyesi edepsizlik çukuruna devrilmiştir. Bir de çıkmışlar, yarı çıplak soytarıyı, Türkiye’yi 50’den fazla ülkede temsil etmiş bir modern dans sanatçısı ve koreograf olarak tanıtmışlar. Neymiş, modern bir dans gösterisiymiş.
Batsın sizin modernliğiniz!”

Değerli Dostlar.

Devlet Bahçeli, Mesnevi adlı şiir kitabı ve tef ve ney eşliğinde ‘Dönen Dervişler’ semâ gösterisiyle ünlü Mevlana hakkında hiçbir şey bilmiyor!

Devlet Bahçeli, Mevlana hakkında BİLGİSİZDİR!

Devlet Bahçeli’nin konuşma metinlerini hazırlayan danışmanları da Mevlana hakkında BİLGİSİZDİR!

Onların bilgisizliklerini sergilemek için sizlere, Mesnevi’den ve kendisi de bir Mevlevi olan Ahmet Eflâki’nin yazmış olduğu Ariflerin Menkıbeleri adlı kitabından bazı bölümler sunuyorum:

MEVLANA, DÜŞÜP BAYILIYOR
Mevlânâ, Tebrizli Şems ile ilk karşılaştığında kendinden geçer. Bir saat kadar o halde kalır. Uyanıp ayıldıktan ve kendine geldikten sonra Mevlânâ, Şemseddin’in elini tuttu, yaya olarak medresesine götürdü. Her ikisi de bir hücreye girdiler. Tam 40 gün hiç kimseyi içeri almadılar. Bazıları tam üç ay bu hücreden dışarı çıkmadıklarını söyler. (Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 126)

MEVLANA, SOYUNUP DÖNÜYOR
Yine ediplerin sultanı malum konağında oturan ilimler ocağı Selâhaddin Malatî şöyle rivayet etti: Bir gün Alemeddin Kayser büyük bir semâ düzenlemişti. Bütün emirler, büyükler, bilginler ve fakirler orada hazırdı. Mevlânâ hazretleri büyük bir heyecan gösterip üstündeki bütün elbiseleri kavallere bağışlayıp çıplak oynuyordu.
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 388)

GENÇLERE ÖĞÜT: BİAT İTAAT
Mevlânâ sürekli olarak gençlerin bir ermişin, şeyhin, kendi ifadesiyle bir “ ruhani ihtiyarın” emrine girmesini, ona biat edip itaat etmesini önerir ve şöyle der:
“Eğer sen daima talihinin genç kalmasını istersen ruhani bir ihtiyarın eteğine yapış. Çünkü böyle bir doğru ihtiyarın yardımı olmadan hiçbir genç ihtiyarlamadı ve ruhani ihtiyarların yardımlarına ulaşamadı.”
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 143)

MEVLANA, FİLOZOFLARI AŞAĞILIYOR
“Filozofların mezhebinin o kadar değeri yoktur. İnsan kan ile değil Tanrı ile yaşar” dedi Mevlana.
“Filozofun söz söylemeye gücü yoktur.
Eğer laf ederse, din ehli onu perişan eder.”
(Mesnevî, c.1, s. 131/2151)

KÜFÜRBAZ MEVLANA
Yine akıllılar rivayet ettiler. Mevlânâ hazretleri birisinden incinince ve o kişinin inadı haddini aşınca, ona “Gerhâher” (kahpenin kardeşi) der ve onu berbat bir hale getirirdi. Çünkü Horasanlıların küfür terimi bu sözdü.
(Ariflerin Menkıbeleri, ayfa 170)

MEVLANA, KADINI AŞAĞILIYOR
Mevlânâ, bütün servetini âşık olduğu bir kadın için harcayan sonra o kadın tarafından dışlanan bir tüccarın hikâyesini anlatır.
Sonunda oğlan, o fahişeye dedi ki: “Senden bir isteğim var. Ondan sonrasını sen bilirsin. Sevgilisi buna razı oldu. Küçük su döktüğün sırada avret yerine bakmak istiyorum, dedi oğlan. Bu olabilir, dedi sevgilisi. Oğlan, kadın küçük su döktüğü sırada orayı gördüğünde bağırdı, hüngür hüngür ağladı. Ona ağlamasının nedenini sordular. Yolunda kaybettiği mallar mülkler atlardan burada hiçbir şey göremiyorum. Hepsi bu günah dolu yerde kaynayıp gitmiş, bunlardan hiçbir iz kalmamış, ne kadar baktımsa da onlardan bir iz göremedi.”
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 186)

MEVLANA, KONYA’DAN KÂBE’YE UÇUYOR
Hikâye: Mevlânâ’nın hanımı Kira Hatun’dan nakledilmiştir.
Bir gece Mevlânâ hazretleri aramızdan kayboldu. Ben, medresedeki evlerin içini dışını her tarafını birer birer aradım, bulamadım. Oysa bütün kapılar da kapalıydı. Biz hepimiz buna şaşa kalmıştık.
Hepimiz uyuduktan sonra birden bire uyandım. Mevlânâ’nın teheccüt namazına durduğunu gördüm. Mevlânâ namazı bitirinceye kadar bir şey söylemedim. Namazını kılıp virdleri okumayı bitirdikten sonra kalktım ve yanına giderek baş koydum, mübarek ayaklarını kucağıma aldım, yavaş yavaş onları ovmaya başladım. Bir de baktım ki, mübarek ayakları toz içerisinde. Ayak parmaklarının arasında renkli kumlar buldum, ayakkabısının da kumla dolu olduğunu gördüm. Tam bir korku içerisinde bu hali kendisinden sordum.
Kâbe-i Muazzama’da daima bizim sevgimizden bahseden gönül sahibi bir derviş vardı. Bir süre onunla görüşmeye gittim, bu da Hicaz kumudur, onu sakla ve kimseye söyleme” dedi Mevlânâ.
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 243)

MESNEVİ’Yİ KURAN İLE BİR TUTUYOR
Bir gün Sultan Veled şöyle buyurdu: Dostlardan biri babama “Danişmentler, Mevlânâ Mesnev’iye niçin Kuran diyor?” diye benimle münakaşa ettiler. Ben kulunuz, onlara cevaben “Mesnevî Kuran’ın tefsiridir, dedim” diye şikâyette bulundu.
Babam bunu işitince bir süre sustu, sonra dedi ki: “Ey köpek! Niçin Kuran olmasın? Ey eşek! Niçin Kuran olmasın? Ey kahpenin kardeşi! Niçin Kuran olmasın? Peygamberlerin ve velilerin söz kalıpları içinde ilahi sırların nurlarından başka bir şey yoktur. Tanrı’nın kelamı onların temiz yüreklerinden kaynamış ve ırmak gibi olan dillerinden akmıştır.”
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 261)

MEVLANA, GÖKTEN ETLİ PİLAV İNDİRİYOR
İlahi dost Bahâeddin Bahrî hikâye etti: Mevlânâ hazretleriyle daha tanışmamıştım. Bir gün Çelebi Hüsameddin benim evimi şereflendirmişti. O anda Mevlânâ’nın merdivenlerden yukarı çıktığını gördüm. “Emir Bahâeddin, Çelebi hazretlerini bizim elimizden kapmak mı istiyorsun?” dedi Mevlânâ.
Ben baş koydum ve “Her ikimiz de Mevlânâ hazretleri tarafından kapılmış olan candan kullardanız” dedim ve o gelip oturunca yemek hazırlatmayı düşündüm.
“Bir şeycik getir” buyurdu tam bu sırada Mevlânâ. Ben getirmek üzere kalktım.
“Hizmetçiye bağır da o getiriversin” dedi Mevlânâ.
Bunun üzerine ben hizmetçiye “Hazır neyin var” diye Rumca sordum.
“Şimdi yemek yedik ve kapları yıkamak için tencereye sıcak su koydum” dedi hizmetçi.
“Hizmetçi o tencereyi getirsin!” buyurdu Mevlânâ.
Sonra sahan ve kâseyi istedi, kendi eliyle tencereden kâseye biraz koydu. Bu koyduğunun kızartılmış etli pilav olduğunu gördüm. Güzelliği ve tadı bakımından eşsizdi. Hepimiz boş tencereden bu kadar yemeğin nasıl çıktığına şaşıp kaldık.
“Bu, Tanrı tarafından gelmiş bir gayb yemeğidir. Onu yemek gerekir!” diye buyurdu Mevlânâ.
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 295)

MEVLANA, TÜRK’Ü AŞAĞILIYOR
Mevlânâ şu hikâyeyi anlattı:
Bir Türk şehre gelmişti. Birdenbire bir medresenin kapısına geldi. Medreseyi süpürülmüş ve sulanmış, fakihlerin de büyük sarık ve elbiseleriyle oturduklarını gördü. Bir an sonra medresenin kapıcısının geldiğini gördü. Kapıcı medresede bulunanlardan her birisine tayin edilen ekmeği, eti ve diğer şeyleri getirip verdi. Bu durum Türk’ün çok hoşuna gitti.
Ertesi gün zavallı Türk, çoluk çocuğunu terk edip başına bir sarık sardı, bir cübbe giydi ve medreseye girdi. Müderrise selam verip yanına oturdu. Müderris fakih, fakirdi. Gelenin bilgin olmadığını, bu sarıkla cübbeyi mahsus giydiğini zekâsıyla anladı ve dedi ki: “Ey azizim! Dış süs, cübbe ve sarıkla kimse danişment ve fakih olmaz, mücadelesiz kimse müşahedeye ulaşmamıştır. Yıllarca didinip kendi kendini tüketmek ve bunu tekrar etmek, kandil isiyle kararıp bulanmak lazımdır ki, Tanrı’nın uygulamasının yardımıyla bir insan insan olsun. Ona bakan insan olan ve olmayan kişi ondan insanlık öğrensin.”
Mevlânâ bu hikâyeyi anlattıktan sonra, “O halde görünüşe tapan, görünüşün süsü içinde kalmış olan, dış terbiye ile yetinen, gösteriş için fereci giyen ve asla özü bilmeyen ve görmeyen topluluk, sözü edilen bu Türk gibidir.”
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 331)

MEVLANA’DAN BİR GECEDE 70 DEFA MUAMELE
Bir gün Kira Hatun’un aydınlanmış içinden “Mevlânâ hazretleri, epey zamandır az yemek, az uyumak, semâ yapmak, oruç tutmak, bilgiler saçmak ve söz söylemek hususunda çok mübalağa ediyor, çetin riyazet çekiyor ve bundan dolayı bize hiç iltifat etmiyor, cinsel yakınlık göstermiyor. Acaba beşer sıfatından ve şehvetten onda hiçbir iz kalmadı mı? Yoksa iştihası tamamen söndü de o lezzetten vaz mı geçti?” diye düşündü.
Hemen o gece Mevlânâ, Kira Hatun’u ziyaretle şereflendirdi ve kükremiş mest bir aslan gibi yetmiş defa muamelede bulundu. Nihayet Kira Hatun, Mevlânâ’nın elinden medresenin damına kaçıp bağışlanmasını diledi. Fakat Mevlânâ hazretleri “Daha tamam olmadı” diye ısrar etti.
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 364)

MEVLANA, TOPRAĞI ALTINA ÇEVİRİYOR
Yine nakledilmiştir: Meşhur bir bestekâr ve zamanın üstadı olan Kaval Kemâl’in içinden bir dost semâsı sırasında “Acaba bu semâda benim tefime ne kadar atılacak? Diye geçti. Mevlânâ hazretleri yerden bir avuç toprak alıp onun tefine attı ve “Al da gözüne sok!” dedi. Kaval Kemâl tefinin altınla dolduğunu gördü.
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 366)

MEVLANA, KADIN KARŞITI
“Kadınlara danışın, sonra onların söylediklerinin tersine hareket edin.
Karılarına başkaldırmayan kişiler, nefeslerini tüketirler.”
(Mesnevî, Cilt 1, Beyit 2956)

TARİKATÇI MEVLANA
Tarikat ve hakikatte velilere secde etmek, onları ağırlamak, Tanrı’ya şükür ve secdede bulunmak ve onu ağırlamak demektir.
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 403)

MEVLANA, TÜRKLERE HAKARET EDİYOR
Yine meşhur bir hikâyedir: Bir gün Şeyh Selâhaddin hazretleri bağını yapmaları için ücretle Türk rençperler tutmuştu. Bunu gören Mevlânâ hazretleri şöyle buyurdu: “Efendi, bağ yapımında Rum rençperler, bozumunda ise Türk rençperler tutmak gerekir. Çünkü dünyayı imar etmek Rumlara, yıkmak ise Türklere özgüdür.”
“Her şeyden arı duru olan yüce tanrı, dünyayı yarattığında önce gafil kâfirleri yaratıp onlara uzun ömür ve büyük kuvvet verdi. Nihayet onlar hiçbir şeyden haberi olmayan rençperler gibi toprak âlemini imar etmeye çalıştılar. Yüzyıllar sonra gelenlere örnek olsun diye nice şehirler, dağların tepelerine kaleler ve tepelerin üzerinde tarlalar yaptılar.”
“Sonra da azar azar bu imaretlerin harap olması için Tanrı’nın takdiri şöyle bir tedbirde bulundu: Bunları yıkmak için Türkleri yarattı; onlar da çekinmeden ve acımadan gördükleri her imareti yıkıp harabeye çevirdiler; hâlâ da yapıyorlar ve kıyamete kadar da böyle yapacaklar. Konya şehri de yine merhametsiz Türk zalimlerin eliyle harap olacaktır.”
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 542)

MEVLANA, MESNEVİ’Yİ KURAN İLE AYNI GÖRÜYOR
Mevlâna hazretleri şöyle buyurdu:
“Şunu da bilmek gerekir ki Kuran; güzel yüzlü, latif ağızlı, türlü elbiseler ve ziynetlerle süslenmiş, hatadan kusurdan uzak, kuşkulardan arı duru bir gelin gibidir, fakat gayret ve ibret peçesi altında gizli kalmıştır.”
“Bizim Mesnevî’miz de böyle manevi bir dilberdir. Kendi güzellik ve olgunluğunda bir eşi yoktur. Aydın gönüllü nazar sahipleri ve ciğeri yanmış âşıklar için o, süslenmiş bir bağ ve lezzetli bir rızktır.”
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 573)

MEVLANA, OĞLUNU EMDİRİYOR
Yine Hüsameddin İskender, Cemâleddin Kemerî, Sirâceddin Tatrî ve İmam İhtiyâreddin Ömeri gibi akıllı bilginler ve arkadaşların ileri gelenleri şöyle rivayet ettiler:
Sultan Veled hazretleri memedeyken daima Mevlânâ’nın kolları arasında uyurdu. Mevlânâ teheccüd zamanı kalkıp gece namazını kılmak istediğinde Sultan Veled bağırır ve ağlardı. Mevlânâ hazretleri onu susturmak için namazı bırakıp kucağına alırdı; süt emmek istediğindeyse mübarek memesini onun ağzına sokar ve Tanrı’nın emriyle babalık şefkâtinin çokluğundan memesinden “içenler için çok elverişli halis ve saf süt akardı”. Sultan Veled de bu mana ve hakikat aslanının sütünden doya doya içer ve uyurdu.
Veled on yaşına geldiğinde bütün toplantılarda babasının yanında otururdu. Gençlik zamanında onları gören birçok kişi Sultan Veled’i Mevlânâ’nın kardeşi sayardı ve Mevlânâ da ona daima “Sen yaratılış ve ahlâk itibarıyla bana herkesten çok benzersin” der ve onu çok severdi. Bu sevgisinden dolayı da ona babasının adını ve lakabını vermişti.
Derler ki: Mübarek dilini ağzına sokar, onu yalar, yüzünü ve saçlarını öperdi.
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 585)

SULTANIN SIRRINI SAKLA
Sakın sultanın sırrını kimseye söylemeyesin
Ve şekeri de sineğin önüne dökmeyesin.
(Mesnevî, Cilt III, s. 4/20

Eğer şeker eşeği neşelendirseydi,
Eşekçi onun önüne kantarlarla şeker dökerdi.
(Mesnevi, Cilt VI, s. 280/162)

TÜRKLERİN AŞAĞILANMASI
Dostların ileri gelenlerinden nakledilmiştir: Bir gün Muineddin Pervâne, Mevlânâ’ya “Bizim askerimiz diye buyurduğunuz Cengizhan sülalesinin devleti ne zaman sona erecek ve onların sonu ne olacak?” diye sormuştu.
Mevlânâ şöyle dedi: Tanrı, Muhammed’e vahiy yoluyla “Benim birtakım askerlerim vardır. Ben onları doğu tarafında yerleştirdim ve onlara Türk adını verdim. Onları hiddet ve gazab arasında yarattım. Herhangi bir kul, bir ümmet benim emrimi yapmazsa, bunları onların üzerine musallat ederim ve bunlar aracılığıyla onlardan öç alırım” diye bildirdi.
(Ariflerin Menkıbeleri, sayfa 711)

Değerli Dostlar,

Bilgisizlerin sözlerine değer vermeyiniz.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş
Çok okunan haberler